Manavgat Şelalesi

Manavgat Şelalesi

Manavgat Şelalesi, Antalya'nın Manavgat ilçesinde Manavgat Nehri üzerinde bulunan ünlü bir şelaledir.

Antalya'ya 75 km mesafededir. Manavgat ilçesinin 3 km kuzeyinde bulunan ve adını bu ilçeden alan şelale, ırmak sularının 3-4 m'lik bir falezden düşmesiyle meydana gelir. Az bir yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde yüksek bir debiyle akar. Ayrıca Manavgat Irmağını besleyen kaynaklardan en büyüğü olan karstik Dumanlı kaynağı, Oymapınar barajı yapıldıktan sonra baraj gölü içinde kalmıştır.

Kent gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile başbaşa kalmak isteyenler için şelalenin çevresinde uygun piknik alanları vardır. Ayrıca çevredeki lokantalar, taze balık yeme imkânını sunarlar. Ulaşım, Manavgat'tan kalkan minibüslerle sağlanır.Manavgat Şelalesi

Manavgat Şelalesi, Antalya'nın Manavgat ilçesinde Manavgat Nehri üzerinde bulunan ünlü bir şelaledir.

Antalya'ya 75 km mesafededir. Manavgat ilçesinin 3 km kuzeyinde bulunan ve adını bu ilçeden alan şelale, ırmak sularının 3-4 m'lik bir falezden düşmesiyle meydana gelir. Az bir yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde yüksek bir debiyle akar. Ayrıca Manavgat Irmağını besleyen kaynaklardan en büyüğü olan karstik Dumanlı kaynağı, Oymapınar barajı yapıldıktan sonra baraj gölü içinde kalmıştır.

Kent gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile başbaşa kalmak isteyenler için şelalenin çevresinde uygun piknik alanları vardır. Ayrıca çevredeki lokantalar, taze balık yeme imkânını sunarlar. Ulaşım, Manavgat'tan kalkan minibüslerle sağlanır.

Malavi Gölü (Nyassa Gölü)

Malavi Gölü (Nyassa Gölü)

Malavi Gölü (eski tabir Nyassa Gölü), 560 km uzunluğu, 80 km'ye varan genişliği (ortalama 50 km) ve 704 m'ye kadar olan derinliği ile Büyük Rift Vadisi'nin en büyük göllerinden biridir. Yüzölçümü 29.604 km²'dir bu gölde malavi balıkları yaşar ve malavi balıkları başka hiçbir yerde yaşamaz

Coğrafya

Malavi Gölü, büyüklük bakımndan Doğu Afrika'da sadece Tanganika ve Victoria Gölü'ne geçilir ve Yeryüzü'nün dokzuncu büyük gölüdür. Gölden kaynaklanan akarsu, Shire Nehri'dir. Malavi Gölü'ne kıyısı olan ülkeler Tanzanya, Malavi ve Mozambik'tir.

Gölün güney kısımları, geniş ve güzel plajlarıyla oldukça sevilir. Kuzeye doğru kıyılar dikleşir. Tamamen kuzeydeki Tanzanya kısmında Livingstone Dağları'nın 2.500 m yüksekliğe ulaşan dik duvarları gölün hemen yanından yükselir. Burada çok şiddetli rüzgarlar ve yüksek tehlikeli dalgalar meydana gelir. Karşı tarafta bulunan Malavi kısmındaki Karonga ve Chilumba arası çok daha az sarpken Chilumba ve Nkhata Bay arası yeterince diktir.

Göl ekonomisi ve ulaşım

Malavi Gölü, balık türlerinin zenginliği ile (yaklaşık 1500 tür) aquaristik (akvaryumculuk) alanda çok ünlüdür. Renk bakımnından çok görkemli olan birçok tür, aquaristik alanda çok yaygındır. Bu balıklar, yumurtalarını ve yavrularını koruma amaçlı ağzında taşıyan Cichlidae familyasına (Cichlidler) aittir. İlginç olan ise, bu familyadan Tilapia cinsinin besin amaçlı ihracatta işe yaramasıdır. Bu balıklar ekonomik amaçlı sadece Malavi Gölü'nün en güney kısmında avlanırlar. Balıkçılar oyma kayıklarla da bu balıkları otla ile avlasalar da bunların miktarı ticareti yapılabilecek düzeyde asla değildir.Hemen kıyıdan ağ sallama ile balıkçılık çok daha yaygındır ancak balıkların büyük olanları burada bulunmaz.

Malavi Gölü'nde yolcu ve yük taşımacılığı bir tane motorlu gemiyle (MS Ilala) yapılır. Güneyden kuzeye limanlar, Monkey Bay, Chipoka, Makanjila, Nkhotakota, Nkhata Bay, Mphand Port, Ruarwe, Charo, Mlowe, Chilumba ve Karonga şehrindeki Kambwe 'dir. Monkey Bay-Karonga arasında gidiş-dönüş yolculuk 5 gün sürer. Nkhata Bay'den haftada iki kez Chizumulu ve Likoma adalarına sefer vardır.

Göl hayvanları

Göl suyu cam gibi berraktır. Rüzgarsız zamanlarda birçok metre derinlikte zemin görülebilir. En başta dikkat çeken bir unsur da suda da karadaki gibi çok hareketli ve hızlı olan su aygırlarıdır. Hantal cüsseleri aldatıcıdır. Bu hayvanlar bitki yiyicidir ancak açık suya kaçış yollarını kestiklerinde insanlara saldırırlar. Kurbanlarını suyun altına çekerler ve orada havasız bırakırlar. Su aygırları her yıl, balık bakımından zengin olan gölde yeterli besini bulan timsahlardan daha fazla sayıda insanı öldürmektedir. Üzerinde yerleşim olmayan küçük adalarda piton yılanı ve varan (kertenkele cinsi) gibi vahşi hayvanlar bulunur. Karşılaştırıldığında, gölün yerleşim olan yerleri daha tehlikesizdir.Gölde cichlid olarak tabir edilen balık türleri bulunmaktadır.Bu balıklar akvaryum hobisinin büyük bir kısmını oluşturmaktadır.Ülkemizde ve dünyada bu balıklar gittikçe önemli bir hale gelmiştir.Malawi cichlidleri ülkemizde artık bolca bulunan akvaryum balığı türlerindendir. Özellikle sarı ve beyaz prenses çok yaygın bulunabilen akvaryum balığıdır.

Milli park

1980 yılında 88 km² büyüklüğünde Lake Malawi National Park Monkey Bay'in güneyinde kuruldu. Park, gölün bir kısmını, Khumba Yarımadası 'nı oniki küçük adayı kapsar. Milli Park, 1984 yılından beri UNESCO'nun Dünya Doğa Mirası listesindedir.

Gürleyen Duman Şelalesi (Victoria Şelalesi)

Gürleyen Duman Şelalesi (Victoria Şelalesi)

Victoria Şelaleleri veya Mosi-oa-Tunya dünyanın en görkemli şelalelerindendir. Zambezi Nehrinin üzerinde, Zambiya ve Zimbabve sınırları arasında, bulunur. Şelaleler yaklaşık olarak 1,7 km genişliğinde ve 128 m yüksekliğindedirler.




 

İskoç kâşif David Livingstone şelaleleri 1855'te ziyaret etmiş ve Kraliçe Victoria'nın anısına Victoria Şelaleleri ismini vermiştir. Bununla birlikte şelale zaten yöresel olarak Mosi-oa-Tunya yani "gürleyen duman" diye anılmaktaydı. Şelaleler iki milli parkın parçasıdırlar, Zambiya'daki Mosi-oa-Tunya Milli Parkı ve Zimbabve'deki Victoria Şelaleleri Milli Parkı. Şelaleler Güney Afrika'nın en önemli turist çeken noktalarından biridir. Aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Alanıdır.Dünyanın yedi harikasından biridir. 


Kuzey Amerika'daki Niagara Şelaleleri'nden daha geniş olan Victoria Şelaleleri sadece Güney Amerika'nın Iguaçu Şelaleleri ile karşılaştırılabilir. Iguaçu 270'den fazla (görece) 'küçük' şelaleye bölünmüşken Victoria dünyadaki en büyük, 100 metreden yüksek ve 1,5 km'den geniş, tek su yatağından, dökülmektedir.

 

Victoria Şelalesi'nin üzerinde ise hiç kaybolmayan 1 gökkuşağı vardır.

İguasu Şelalesi (Büyük Su )


İguasu Şelalesi (Büyük Su )

Iguasu (Portekizce Iguaçu, İspanyolca Iguazú) 1.320 km uzunluğunda Güney Amerika'da bir nehir. İsmi Yguazu kelimesinden (Guarani dilinde Büyük su) gelir.



 

İki farklı nehrin (Irai ve Atuba) Curitiba şehri yakınlarında birleşmesinden oluşur. Parana nehrine dökülmeden önceki son kilometrelerinde Arjantin (Misiones eyaleti) ile Brezilya (Parana eyaleti) arasında sınır oluşturur.

 

Parana Nehri'ne döküldüğü yerin yakınlarında, Brezilya tarafında Foz do Iguaçu, Arjantin tarafında ise Puerto Iguazu şehirleri bulunur.İki şehir de nehri geçen bir köprü ile birbirlerine bağlıdır.
Iguaçu'nun en ünlü özelliği, nehrin döküldüğü yerin birkaç kilometre öncesindeki şelaleleridir. Şelaleler de aynı şekilde tam sınırda bulunur. Büyük kısmı, görkemli "Şeytan Gırtlağı" 'na geçiş imkânının da bulunduğu Arjantin kısmındadır. Ama insan, şelalelerin etkisini Brezilya tarafından daha iyi hisseder.Toplam genişliği 2700 m olan Igaçu Şelaleleri'nde, ortalama 1.700 m³/s, uzun yağışlardan sonra ise 7.000 m³/s su, iki basamak halinde 75 metreden dökülür.

 

Bu doğa güzelliğini, Álvar Núñez Cabeza de Vaca 1542 yılında keşfetmiştir. Eleanor Roosevelt bu nefes kesici doğa mucizesine baktığında, ağzından şu iki kelime dökülmüş: "Poor Niagara" (zavallı Niagara)

 

Her iki tarafı da kapsayan milli park 1984 yılında UNESCO tarafından "Dünya mirası" listesine alınmıştır.Turizm sebebi ile lokal anlamda çok önemli bir ekonomik rol oynar.

Everest Dağı

Yeryüzünün sonuna gittim.
Suların sonuna gittim.

Gökyüzünün sonuna gittim.

Dağların sonuna gittim.

Arkadaşım olmayan bir şey bulamadım.


Navajo Kabilesi (Şarkı)


Everest Dağı

Everest, dünyanın en yüksek dağı. Himalayalar’da, yaklaşık 28 derece kuzey enlemi ile 87 derece doğu boylamında, Çin–Nepal sınırı üzerinde yer alır. Çıplak Güneydoğu, Kuzeydoğu ve Batı sırtları en yüksek noktalara Everest (8.850 m) ile Güney doruğunda (8.748 m) ulaşır. Everest Dağı Kuzeydoğudaki Tibet Platosundan (yaklaşık 5.000 m) tam olarak görülebilir. Eteklerinden yükselen Çangtse, Khumbutse, Nuptse ve Lhotse gibi doruklar Everest'in Nepal’den görülmesine engel olur.

Oluşumu :

Büyük Himalayalar’ın oluşumu, Miyosen Bölümde (yaklaşık 26-27 milyon yıl önce) Hindistan Yarımadasıyla Tibet Yaylalarının birbirine yaklaşmasının yol açtığı, jeolojik tortul havzalardaki sıkışmayla başladı. Bunu izleyen evrelerde Katmandu ve Khumbu napları (kırık ve devrik yamaç kıvrımları), sıkışıp yukarı doğru çıkarak birbirlerinin üzerine kıvrıldılar ve ilkel bir dağ sırası oluşturdular. Kuzeydeki arazi kütlesinin toptan yükselmesi, bölgenin yüksekliğini arttırdı. Napların yeniden kıvrılmasıyla bölgenin tümü yeni bir tabakayla örtüldü ve Pleyistosen Bölümün (yaklaşık 2,5 milyon yıl önce) Mahabarat Evresinde Everest Dağı ortaya çıktı. Karbonifer Dönemin (yaklaşık 345-280 milyon yıl önce) sonu ile Permiyen Dönemin (280-225 milyon yıl önce) başından kalan ve başka yarı-kristalleşmiş tortullarla ayrılmış olan kireçtaşı katmanları, senklinal katmanlaşma yoluyla biçimlendi. Günümüzde de süren bu biçimlenmenin yol açtığı sürekli yükselme aşınımla dengelenmektedir.

İklimi :

Everest Dağı troposferin üçte ikisini geçerek oksijenin az olduğu üst katmanlara ulaşır. Oksijen eksikliği, hızı saatte 100 km ye varan sert rüzgarlar ve zaman zaman -70 dereceye kadar düşen aşırı soğuklar yukarı yamaçlarda herhangi bir hayvan ya da bitkinin yaşamasına olanak vermez. Yaz musonları sırasında yağan kar rüzgarla ufalanarak yığılır. Bu kar yığıntıları buharlaşma çizgisinin üzerinde olduğundan genellikle buzulları besleyen büyük buzkar çanakları oluşmaz. Bu nedenle Everest’in buzulları yalnızca sık sık düşen çığlarla beslenir. Ana sırtlarla birbirinden ayrılan dağ yamaçlarındaki buz katmanları dağın eteklerine kadar bütün yamacı kaplamakla birlikte, zaman içinde iklimin değişmesiyle ağır ağır çekilmektedir. Kış aylarında kuzey batıdan gelen güçlü rüzgarlar karları süpürerek doruğun daha çıplak bir görünüm kazanmasına yol açar.

Buzullar :


Everest Dağındaki başlıca buzullar Kangşang Buzulu (doğu), Doğu ve Batı Rongbuk Buzulları (kuzey ve kuzeybatı), Pumori Buzulu (kuzeybatı), Khumbu Buzulu (batı ve güney) ve Everest ile Lhotse-Nuptse sırtı arasında kapalı bir buz vadisi olan Batı Buzyalağıdır.

Akarsular :

Dağdan çıkan sular birbirinden ayrılan kollarla güneybatı, kuzey ve doğu yönünde akar. Khumbu Buzulu eriyerek Nepal’de Lobucya Khola Irmağı'na karışır. İmca Khola adını alarak güneye doğru akan bu ırmak Dudh Kosi Irmağıyla birleşir. Çin’deki Rong Çu Irmağı Everest’in yamaçlarında Pumori ve Rongbuk buzullarından Karma Çu Irmağı ile Kangsang Buzullarından doğar.

Tırmanma Girişimleri :

Everest'e tırmanma girişimleri 1920'de Tibet yolunun açılmasıyla başladı. İlk olarak Kraliyet Coğrafya Derneği ile dağcılık Kulübü Birleşik Himalaya Komitesinin desteklediği bir ekip 1953’te doruğa ulaştı. 29 Mayıs 1953 günü Yeni Zelandalı Edmund Hillary ve Nepalli Tenzing Norgay, Güneydoğu sırtına tırmanarak Güney doruğundan geçip doruğa vardılar. Dağcılar bu tırmanış sırasında açık ve kapalı devre oksijen sistemleri, özel olarak yalıtılmış ayakkabı ve giysiler ile elde taşınır telsiz aygıtları kullandılar. Bu tarihten sonra çeşitli ülkelerin desteklediği çok sayıda dağcı ekibi doruğa ulaşmayı başardı.

Türk Tırmanışçılar :

Everest'e çıkan ilk Türk dağcı, 21 Mayıs 1995'te Nasuh Mahruki oldu.Zirveye Nepal yönünden çıkan ilk Türk ise Tunç Fındık'tır (23 Mayıs 2001).
Elif Eylem Maviş, 15 Mayıs 2006 'da Everest'e tırmanan ilk Türk kadını oldu. Aynı tırmanış, Türklerden oluşan bir ekibin ilk Everest zirve çıkışıdır.Bu ekip, bir Türk dağcının ilk oksijensiz tırmanışını gerçekleştirmeyi de denemekle birlikte, bu hedefe ulaşamadı.

Dünya Günü (Earth Day)

Dünya Günü (Earth Day)

"Tüm dünya bugün, 22 Nisan’da “Terra”yı yani güneş sisteminin üçüncü mavi gezegenini korumak için tedbirleri konuşuyor. Galaksinin uzak bir köşesinde yaşam açmış bir gezegende bir avuç insan olarak yaşıyoruz ve gezegenimizin doğumgününü kutluyoruz.


Gezegenimiz uzaktan mavi bir bilye gibi yaşamla parlıyor. Binlerce kuşak insana ve milyonlarca canlı türüne ev sahipliği yapıyor.Gün ve gün dünyanın nefes alışlarını yakından duyuyoruz. Sayımız artıyor tüketimimiz artıyor. Gün geçtikçe çevre bilinci de gelişiyor. Yıkıcı bir yarış.

Gezegenimiz uzaktan mavi bir bilye gibi yaşamla parlıyor. Binlerce kuşak insana ve milyonlarca canlı türüne ev sahipliği yapıyor.Gün ve gün dünyanın nefes alışlarını yakından duyuyoruz. Sayımız artıyor tüketimimiz artıyor. Gün geçtikçe çevre bilinci de gelişiyor. Yıkıcı bir yarış.

İnsan ve dünya ne zaman bölündü? Eller ne zaman koptu birbirinden. Teni topraktan gelen insan ne zaman düşman oldu anasına. Ve ne zamandan beri beton şehirlerinde yüzünü annesinden çevirmiş halde huzursuz ve perişan koşuyor bir yerlere. Durmadan düşünmeden yaşıyor işte."
Dünya Günü ?

22 Nisan Dünya Günü, ilk olarak San Francisco’da 1969 yılında düzenlenen Ulusal UNESCO Dünya Konferansında John McConnell tarafından Dünyamızın yaşamı ve güzelliğini kutlayarak karşı karşıya kaldığı çevresel tehditlere dikkat çekmek amacıyla bir Dünya Günü düzenlenmesi fikri ile ortaya çıkmıştır.

John McConnell’in ilk önerdiği Dünya Günü kutlamaları için tarih ise ekinoks (gece ve gündüzün eşit olduğu) zamanı yani 21 Mart olmuştur. Daha sonra ise, çevre sorunlarına büyük bir kamuoyu ile tepki gösteren ilk hareket Wisconsin Senatörü Gaylord Nelson’un desteği ile 22 Nisan 1970 tarihinde ilk Dünya Günü kutlamaları olarak tarihe geçmiştir. Bu kutlamalara 20 milyon kişi katılmış, birçok konferanslar ve sempozyumlar düzenlenerek, çevre sorunlarına dikkat çekilerek ABD’nin ilk 'Temiz Hava Yasası' ve 'Temiz Su Yasaları' hazırlanmıştır.

Önemli Olaylar :

1969 YILI VE ROMA KULÜBÜ RAPORU

İlk kez Dünyamızı korumak güzelliğini kutlamak için John McConnell tarafından San Francisco National UNESCO konferansında gündeme getirildi.

O yıllarda şaşırabilirsiniz ama ekonomik büyümenin sonsuz olacağı düşünülüyordu. Oysa “Roma Kulübü Raporu” denilen bir grup biliminsanı ve sanayicinin raporu durumun krize dönüşeceğini ve sanayii büyümesinin çevre felaketleri yaratacağı ortaya konduğunda hiç gerçekçi gelmedi. Hatta bir çok büyük politikacı bunun Amerika’nın gelişmesini önlemek isteyen yabancı ülkelerin bir taktiği olduğunu iddia etti.

1970′Lİ YILLAR

Nükleer denemelerin tüm hızıyla yapıldığı bir döneme karşılık geliyor. Dünyanın her yerinde nükleer denemelerin yasaklanması yıllar sürecek bir süreç alacaktı.

Geçen yıllarda çevre sorunları bu ölçüde işlenmiyordu. 1990′lu yıllarda tüketim ve üretim bandının mutlaka geridönüşüm yani “recycle” içermesine kara verildi. Böylece şehir çöpleri daha etkin ayrıldı. Metaller, kağıt ve türlü malzeme ayrıştırılıp tekrar kullanıldı.

Amaç en az çöp atık ortaya çıkarmak ve çöpte kaybolan metal ve kağıt yerine sürekli ağaç kesilmesini ve maden açılmasını önlemekti.

1990′LI YILLAR

Ozon Tabakası‘ndaki yırtık ve Chlorofluorocarbon gazlar gündeme gelmişti. Özellikle parfümlerden buzdolaplarına kullanılan pek çok kimyasal gazın dünyaya ciddi zarar verdiği anlaşılmıştı.

2000′Lİ YILLAR

“Küresel İklim Değişikliği” karbondioksit birikimi ve özellikle temiz / yenilenebilir enerji kaynakları, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, dalga enerjisi gibi alternatifler gündeme geldi.

Cihazların enerji koruma modu olması, (Energy Star standartları) otomatik bekleme / standby konumuna gelmesi aranır oldu.

Öyle ki Plazma TVler daha fazla enerji harcadıkları için LCD TV ler karşısında pazar kaybetti. Çünkü Amerikalı, Avrupalı ve Avustralyalı ailelerin Plazma TV tercihinin ciddi anlamda enerji krizi doğuracağı hesaplanmıştı. Aydınlatma için akkor ampüller yerine alternatif olacak yeni LED aydınlatmalar, fluoresan ampüller önerildi.

Kısacası dünya insanı 1969′dan beri çok büyük çevre felaketleri yaşadı ve yenilerinin yolda olduğunu kuraklığın, sellerin fırtınaların kapıda olduğunu farketti.

Bir kaç kişiyle başlayan gündem önce şehirlere sonra ülkelere yayıldı. Earth Day her geçen yıl daha büyük ölçekte bildirilerle ve küresel çevre eylemleriyle enerji tasarrufuyladevam etti.
Bu yıl ise en büyük çevresel sorun, gıda dağılımının dengesizliği. Enerji darboğazı nedeniyle hububat ürünlerinin petrol yerine ikame üretimde kullanılması bir anda bir gıda darboğazı yaşattı. Dünyanın pek çok yerinde ayaklanmalar ve açlık tehdidi başladı.

Bulut (Cloud)

Bulut (Cloud)

Bulut, su damlacıkları, buz kristalleri ya da bunların karışımlarından oluşan, toprağa değmeyen, gözle görülür kütledir.

Atmosfer'de yoğunlaşan madde su buharıdır. Bu da, küçük su damlacıklarını, genellikle 0.01 mm buz kristallerini oluştururur. Milyarlarca damlacık ve kristallerin beraber durmasıyla bulut olarak görünürler. Bulutlar tüm görünür dalga boyutlarını yansıtır ve genellikle beyazdır fakat gri veya siyah olarak görünebilirler. Siyah görünmelerinin sebebi, çok kalın veya yoğun olması ile güneş ışığının geçmesine izin vermemesindendir.

Bulut cinsleri ve açıklamaları

Cirrus (Ci) : İnce beyaz iplikler ya da beyaz parçalar ya da dar şeritler biçiminde birbirinden ayrı parçalardan oluşan bulutlardır. Bu bulutların ipliksi bir görünümü ya da ipeksi bir parlaklığı vardır; Kimi zaman her iki özellik bir arada bulunur.

 




Cirrocumulus Bulutu

Cirrocumulus (Cc): Gölgesiz ince beyaz parça, örtü ya da katman biçiminde bulut. Birbirine karışmış ya da ayrı ayrı ve oldukça düzgün dizilmiş taneler, dalgacıklar biçiminde çok küçük öğelerden oluşur. Bu öğelerin görünür genişlikleri 1 dereceden azdır.


Cirrostratus Bulutu

Cirrostratus (Cs): Genellikle ışık halkası oluşturan ipliksi ya da düzgün görünümlü, saydam ve gökyüzünü tümüyle ya da kısmen örten beyazımsı bulut türü.



Altocumulus Bulutu

Altocumulus (Ac): Beyaz ya da gri, ya da beyaz gri renklerde parça, örtü ya da katman biçiminde bulut. Genellikle gölgeli yerleri olur; katmanlardan, yuvarlak kütlelerden ve tomarlardan oluşur. Kısmen ipliksidir ya da dağılıp yayılmış durumdadır; karışıp birleşmiş olabilir ya da olmayabilir. Düzenli dizilmiş küçük öğelerinin 1 ile 5 derece arasında belirgin bir genişliği vardır.

 

Altostratus Bulutu

Altostratus Bulutu (As): Grimsi ya da mavimsi renklerde bulut örtüleri ya da çizgili ipliksi ya da birörnek görünümlü katmanlar. Gökyüzünü tümüyle ya da kısmen örter; güneşi, bir buzlu camın arkasından görünüyormuş gibi bulanık bir biçimde gösterecek kadar ince bölümleri vardır.

 

Nimbostratus Bulutu

Nimbostratus (Ns): gri renkli bulut katmanı. Genellikle koyu renklidir. Oldukça sürekli yağan ve çoğu kez yere kadar ulaşan yağmur ya da kar yüzünden görünümü yayılmış gibidir. Güneşi tümüyle örtecek kadar kalındır. Çoğu kez bu katmanın altında, parçalı bulutlar bulunur; nimbostratus bulutları bunlarla birleşmiş ya da birleşmemiş durumda olabilir.

 

Stratocumulus Bulutu

Stratocumulus (Sc): Gri ya da beyazımsı, ya da gri ve beyazımsı renklerde parça, örtü ya da katman biçiminde, hemen her zaman koyu parçaları olan bulut. Mozaik gibi, yuvarlak kütlelerden, tomarlardan oluşur.Yere ulaşmadan buharlaşan yağış durumu dışında ipliksi değildir. Birleşmiş ya da birleşmemiş durumda olabilir. Düzgün dizilmiş küçük öğelerin çoğunun genişliği görünürde 5 dereceden çoktur.




Stratus Bulutu

Stratus (St) : Genellikle bir örnek bir zemini olan gri bulut katmanı. Çisenti, buz prizmaları ve kar taneleri verebilir. Güneş, bulutun arkasından göründüğünde çevresi açıkça ayırt edilebilir. Stratus ayla oluşturmaz; ayla olayı çok düşük sıcaklıklarda ortaya çıkabilir. Stratus, kimi zaman parçalar halinde de görülebilir.

 

Cumulus Bulutu

Cumulus (Cu) : Birbirinden ayrı bulutlar. Genellikle yoğun olurlar ve dış çizgileri keskindir. Kabarık duran üst bölümü, karnabahara benzeyen, yükselen tepeler, kubbeler ya da kuleler biçiminde düşey olarak oluşur. Güneşin aydınlattığı bölümleri çoğu zaman parlak beyaz renk alır. Bu bulutların zemini görece koyu ve yataydır. Kimi zaman parçalı görünümde olurlar.

 

Cumulonimbus Bulutu

Cumulonimbus (Cb) : Dağ ya da çok büyük kuleler biçiminde, düşey doğrultuda büyük yer kaplayan, ağır ve yoğun bulut. Üst bölümünün bir kısmı genellikle düzgün, ipliksi ya da çizgilidir ve hemen her zaman yassıdır. Bu bölüm, örs ya da çok büyük bir sorguç biçimi alana kadar yayılır. Çoğu kez koyu renkte olan bulutun zemininin altında, sık sık onunla birleşmiş ya da birleşmemiş durumda parçalı bulutlar vardır. Burada çoğu kez yağış olur; bu yağış kimi zaman yere ulaşamadan buharlaşan türden olabilir..Bu bulutlara dış dünyayla bağlantısız kasırgalar denilebilir.Uzaktan bakıltığında sadece bir şekilli bulut gibi gözükür ama içinde 30,000 °C ısılı ve yüzbinlerce wattlık elektrik enerjili şimşeklerle saatte 260 km'yi bulan rüzgarlar vardır.Şu anda hiçbir cumulonimbus bulutun içi görüntülenmemiştir.Sadece sağ çıkan çok nadir görgü tanıkları ve radarlar sayesinde bilgi sahibi olunmuştur.

Roraima Dağı

Roraima Dağı


Brezilya ve Venezuela arasında bulunan Roraima Dağı, dünyanın en gizemli yerlerinden birisi olarak kabul edilmektedir.Amazon ormanlarının ortasından fırlayan ve bulutların üzerine çıkan 2770 metre yüksekliğindeki Roraima Dağı, bilimadamlarının tanımıyla kayıp dünyadır.

Son derece sert kuvars taşından oluşan bu ilginç dağ, bir mimarın elinden çıkmış görüntüsü vermektedir. Çünkü 4 bir yanından yontulmuş el yapımı bir binayı andırıyor.Bu görüntüsü yüzünden uzun süre bu dağı burada yaşayan insanların yapmış olabileceği düşünüldü.Bu yönde çok sayıda araştırma yapılmasına rağmen bu tezi doğrulayacak bir bulguya rastlanmadı.

Bu sarp ve çıkılması çok zor olan dağın sadece görünümü değil, zirvedeki esrarengiz coğrafi farklılıkları da bir türlü çözülemedi. Dağın en tepesinde çok sayıda şelale bulunuyor. Bu kadar sert bir dağ'da çok sayıda şelale bulunmasının sırrı çözülemedi. Dağın zirvesinde sayısız mağara ve tüneller bulunuyor. Bu tüneller içerisinde uzunluğu yaklaşık 500 metre olan mağaralar var.44 metre yüksekliğinde ve tamamen kuvars tüneller, burada inceleme yapan yer bilimcileri bile şaşkına çevirdi.

Bazı alanları saf granitten olan Roraima Dağı, sadece kendi görüntüsüyle değil üzerinde yaşayan canılarla da şaşırtıyor. Dünyanın en küçük kurbağası bu dağın sirvesinde yaşıyor. Ayrıca dağda yaşayan bitki ve hayvanları buradan başka yerde görmek mümkün değil.

Nemrut Krater Gölü



Nemrut Gölü

Nemrut Gölü, Türkiye'nin en büyük krater gölü olup, adını M.Ö. 2100'de yaşamış Babil Hükümdarı Nemrut'tan almıştır. Yüksekliği 2250 metre olan Nemrut Dağı'nın 4. Zamanda patlaması sonucu oluşmuştur. Dağın tepesinde biri sıcak, iki krater gölü var. Soğuk Göl 13 kilometrekare büyüklükte, derinliği 155 metredir. Sıcak göl (Ilı Göl)'ün suyu 60 santigrat dereceye varabilmektedir. Üç kilometrekare alana sahiptir ve en derin noktası 100 metre civarındadır. İki göl arasında su bağlantıları bulunmaktadır. Nemrut Krater Gölü, Bitlis'e 26, Güroymak ilçesine 10 kilometre,Tatvan ilçesine 15 kilometre uzaklıktadır. Soğuk Göl'ün suyu tatlıdır ve içilebilir.




Nemrut Volkanı’nın tarihte Van Gölü’nün oluşmasındaki rolü çok büyüktür. Buna göre birleşik olan Muş ve Van Gölü havzalarının, Nemrut’tan çıkan lav ve tüflerin eski Murat Vadisi’ni tıkaması ile Van Gölü’nü oluşturduğu ve bu havzaları ayırdığı bilinmektedir.

* Krater gölü, yanardağların kraterinde suların toplanmasıyla oluşan göllere denir.

Kraterin dibinde yer alan yanardağ bacası, taşlaşan lav tarafından tıkandığında, yağışlar ve eriyen karlar krater içinde birikir.

Türkiye’deki en büyük krater gölü, Nemrut Dağı üzerindeki 12 km² yüzölçümlü Nemrut Krater Gölü'dür.


Ağrıdağı (Ararat)

Ağrıdağı (Ararat) ve Efsanesi

Roman, Ağrı Dağı'nda bulunan dağ köylerinden birinde yaşayan Ahmet ve o dönemde oranın yöneticisi olan Mahmut Han'ın kızı Gülbahar arasındaki aşkı ve bu sevdalıların kavuşmak için yaptıklarını anlatır. Romanda öne çıkan diğer önemli öğeler kaval ve olayların başlamasına sebep olan Mahmut Han'ın Güneş simgeli eğeri olan atıdır. Destanın geçtiği dönemde yaşamış halkın kültürüne ve ananelerine yer verilir. Bunların dışında roman anlattığı destanın karakterleri üzerinden insan psikolojisini irdeler. Aşağıda romanda sık geçen bir paragraf alıntısına yer verilmiştir.

"Ağrı Dağının doruğuna yakın bir yerlerde, güneybatı yamacında bir göl vardır, adına Küp Gölü derler. Bir harman yeri büyüklüğündedir göl. Som mavi bir sudur. Kuyu gibi. Kırmızı, keskin ışıltılı kayalıkların dibindedir. Her yıl bahar gözünü açar açmaz Ağrı Dağının tekmil çobanları gölün kıyısına gelirler, güneş damgalı kepeneklerini bakır toprağın üzerinde serip gölün kıyısında sıralanırlar, kavallarını çıkarıp doğan günle birlikte "Ağrı Dağının Öfkesi" ni gün batımına kadar birlikte çalarlar. Ağrı Dağı çobanları güzel kara kederli gözlüdürler. Uzun çok güzel parmakları vardır. Bazısının gür, altın sakalları dalgalanır. Küçücük bir ak kuş çobanlar kaval çaldırkları sürece üstlerinde döner durur. Gün kavuşunca çobanlar karanlığa karışıp giderler. Ve tam bu sırada da tede dönüp duran ak kuş gölün üstüne süzülüp iner, kanadını suyun som mavisine daldırır, sonra o da çobanlarla birlikte, karanlığa karışır. Kanadın değdiği yerde göl incecikten dalgalanır, ince dalgalar genişleyerek gelir, bakır kıyılara vururlar. Sonra, iri bir atın gölgesi gölün üstüne düşer, süzülür gider."

Yaşar Kemal - Ağrı Dağı Efsanesi
 
Ağrı Dağı (Ararat)

Ağrı Dağı (Ermenice: Արարատ, Ararat ya da Մասիս, Masis, Kürtçe: Çiyayê Agirî ya da Grîdax, Selçuklular döneminde: Eğri Dağ), Türkiye'nin en yüksek dağıdır. Zirvesi 4 mevsim boyunca erimeyen kar ve takke buzulu ile kaplı volkanik bir tuvalet olan Ağrı Dağı, Türkiye'nin doğu ucunda, Ağrı ilinin sınırları içerisinde yer almaktadır. Dağ, İran'ın 16 km batısında ve Ermenistan'ın 32 km güneyindedir. Dağın %35'lik bir kesimi Iğdır ilinde, kalan %65'lik kesimi ise Ağrı ili sınırları içerisindedir.

Ağrı dağı 5137 metrelik rakımıyla, Anadolu Yarımadası'nın en yüksek doruğudur. Dağın doruğu iki zirveden oluşur bunlar 5137 metrelik Atatürk zirvesi ile 5122 metrelik İnönü zirvesidir. 4000 metreye kadar bazalt daha sonra sonraki yükseklikte andezit lavlarından oluşarak volkanik bir dağ özellikleri gösterir. Dağın doruğunda bir örtü buzulu vardır ve Türkiye'nin en büyük buzuludur. Doğu yüzünde Serdarbulak yaylası ve 3898 m yükseklikteki Küçük Ağrı Dağı yer alır.

Bir inanışa göre, Eski Ahid'teki Tekvin babında Nuh'un gemisi'nin karaya oturduğu dağ bu dağdır. Fakat, Kuran'ı Kerim'de Nuhun gemisinin "Cudi'ye oturduğu" belirtilmektedir. 1950'li yıllarda, havadan çekilen fotoğraflardaki gemiye benzeyen şekiller Nuh'un gemisinin bulunduğu yönünde yorumlandı, ancak daha sonra bu iddiaların asılsız olduğu ortaya çıktı.

Türkiye'nin en büyük dağı olan Ağrı Dağı jeolojik konumu ve Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisi ne ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevi özelliği olan bir dağdır.

Kutsal kitaplarda da adı geçen Ağrı Dağının farklı dillerde birçok ismi vardır. Başlıcaları, Ararat, Kuh-i Nuh, Cebel ül Haris'tir.

Marco Polo'nun hiçbir zaman çıkılamayacak dediği dağa ilk tırmanış, kayıtlara göre 9 Ekim 1829'da Prof. Frederik Von Parat tarafından gerçekleştirildi. İlk kış solo tırmanışı ise 21 Şubat 1970'te Dağcılık Federasyonu eski başkanlarından Dr. Bozkurt Ergör tarafından gerçekleştirildi. 1980'li yıllarda binlerce dağcı Ağrı Dağı'nı ziyaret etti. Ağrı'ya tırmanış 1990 yılında yasaklandı. 1998'de Dağcılık Federasyonu'nun bir grup dağcıya izin vermesiyle bu yasak kaldırıldı.

Güney yüzünden yapılan tırmanışlar "klasik rota" olarak nitelendirilir ve Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinden başlar. Iğdır yönünden gerçekleştirilen kuzey rotaları ise daha teknik buzul tırmanışlarını içerir ve dağa ulaşım açısından biraz daha ayrıntılı hazırlıklar gerektirir.

Düden Şelalesi


 Düden Şelalesi

 Su her şeye hayat verir...


Antalya'ya yaklaşık 7 km, Varsak Belediyesi'ne 1 km mesafede cennetten akan bir doğa harikasıdır. Düden Şelalesi Antalya'nın en güzel şelalelerinden biridir.

Şelalede bir de mağara vardır. Bu mağara, şelaleyi daha güzel yapmaktadır. Düden Şelalesi, bu mağaradan 10 km sonra başka bir güzelliği daha Lara'dan Akdeniz'e dökülerek bir kez daha insanlara güzelliğini göstermektedir.

 

Rüzgar (Hava)

Rüzgar (Hava)

Okyanuslardaki akımların ve dalgaların meydana gelmesinde büyük rolü olan rüzgârlar, kara şekillerinin değişmesine de neden olur. Özellikle çöllerde kimi tepeler devamlı değişir. Rüzgârların bitki sporlarını sağa sola taşıyarak çiçeklerin döllenmesini sağlaması bitki neslinin devamı açısından çok önemlidir. Yeldeğirmeni ve yelkenli gemilerde gücünden yararlanılan rüzgâr orman yangınlarında olumsuz etki yaparak yangının büyümesine neden olur.

Oksijen;

Oksijenin kaynağını fotosentez sonucunda ortaya çıkan serbest oksijen oluşturur. Denizlerdeki fitoplanktonlar ile karadaki bitkiler, atmosfere oksijen verir.

Kısaca Fotosentez olayı : Fotosentez, ışık enerjisini kimyasal bağ enerjisine dönüştürerek ilk basamaktaki organik madde üretimini sağlayan mekanizmadır. Bitkiler besin zincirinin ilk halkasını oluşturduğundan, diğer tüm canlıların var olabilmesi ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli enerji fotosentez olayı sırasında elde edilir.

Rüzgâr

Rüzgar, atmosferdeki havanın dünya yüzeyine yakın, doğal yatay hareketleridir.

Hava hareketlerinin temel prensibi, mevcut atmosfer basıncının bölgeler arasında değişmesidir. Rüzgâr, alçak basınçla yüksek basınç bölgesi arasında yer değiştiren hava akımıdır, daima yüksek basınç alanından alçak basınç alanına doğru hareket eder. İki bölge arasındaki basınç farkı ne kadar büyük olursa, hava akım hızı o kadar fazla olur. Rüzgâr sahip olduğu hıza göre fırtına, hortum gibi isimler alır.

Rüzgârın yönü rüzgâr gülü, hızı ise anemometre ile ölçülür. Anemometre, pervanenin dönüş hızı ile rüzgâr hızını gösteren basit ölçü aletidir. Yükseklerdeki rüzgârlar, balonlar yardımı ile ölçülmektedir. Yükselme hızı bilinen balonlar belli yüksekliğe gelince rüzgâr hızı ile yol almaya başlar. Trigonometrik hesaplarla balonun birim zamanda kat ettiği yoldan hızı bulunur. Daha hassas ölçümler için balon ya radarla takip edilir veya balona bir telsiz vericisi monte edilir.

Nedenleri :

Yüksek basınç alanından, alçak basınç alanına akarken:

* Dünyanın dönüşü
* Yüzey sürtünmeleri
* Yerel ısı yayılması
* Başka atmosferik olaylar
* Toprağın topografik yapısı

Rüzgâr, alçak (siklon) ve yüksek (antisiklon) alanlarda farklı özellikler taşır.

Siklon içerisinde;

* Basınç radyal olarak içe,
* Doğru santrifüj kuvvetler dışa doğru,
* Coriolis kuvvet dışa doğru etki eder.

Antisiklon içerisinde;

* Basınç değişmesi radyal olarak dışa doğru,
* Santrifüj kuvvet dışa doğru,
* Coriolis kuvvet içe doğru etki eder.

Bütün bunların etkisi sonucunda rüzgâr eşit basınç noktalarında yoluna devam eder. Bu hatların çizilmesiyle meteoroloji haritaları elde edilir. Yüzey sürtünmeleri rüzgârın yönünü alçak basınç yönüne doğru çevirir. Denizlerde bu açı 20°, karalarda ise 30° ile 45° arasında değişir.

Atmosferin alt tabakalarında meydana gelen rüzgârlar, yerin ısı ve mekanik özelliklerinden dolayı türbülans oluşturur. Türbülans yapmadan basınç alanları arasında dolaşan rüzgârlara, meyilli rüzgârlar denir. Eğer karadan denize doğru hafif meyilli eserse logaritmik olarak alçalan bir spiral hat çizerek ilerler. Kuzey yarımkürede bu spiralin dönüş yönü saat ibresi yönündedir. Atmosferin üst tabakalarında rüzgâr hızı saatte 400 km'ye kadar çıkabilir.

Cinsleri

Bölgelere ve meydana geliş nedenlerine göre isimler alır.

Atmosferin genel devridaimine bağlı olarak meydana gelen devamlı rüzgârlar;

* Kutuplara doğru esen Kutup Rüzgârları,
* 40° ve 60° enlemleri arasında kuvvetli esen Batı Rüzgârları,
* Kuzey yarımkürede kuzeydoğu yönünden, güney yarımkürede güneydoğu yönünden devamlı ve kuru esen Alize Rüzgârları.

Yaz ve kış atmosfer basıncında ters yönde değişiklik olması ve bölgede basınç alanları arasında büyük fark olmasından meydana gelen rüzgârlara ise muson rüzgârları denir. Yazın karaya, kışın denize doğru eser. Kış musonu soğuk ve kuru, yaz musonu oldukça nemlidir.

Rüzgârlar bulundukları bölgeye göre de özellikler taşırlar:

* Meltemler; kara ile deniz arasında eser. Öğle vakitleri karalar ısınıp, alçak basınç sahası meydana getirince denizden karaya doğru eser. Gece bunun tesiri çok daha yavaş olur. Bu hava akımları vadilerle dağlar arasında da meydana gelir.
* Soğuk mahallî (yerel) rüzgârlar zaman zaman meydana gelen basınç farkından olur. Adriyatik Denizi ile Fransa'nın Akdeniz sahillerinde eser. Bora ismini de alır.
* Sıcak yerel rüzgârlar, İsviçre Alpleri kuzey yamaçlarını etkileyen kuru sıcak rüzgârlardır. Fön (Föhn) de denir.

Türkiye'de Rüzgâr adları

Rüzgârlar estikleri yönlere göre isim alırlar. Kuzeyden esene yıldız, güneyden esene kıble, doğudan esene gündoğusu, batıdan esene günbatısı, kuzeydoğudan esene poyraz, kuzeybatıdan esene karayel, güneydoğudan esene keşişleme, güneybatıdan esene ise lodos denir.

Türkiye'de Marmara, Trakya, Akdeniz, Karadeniz kıyılarında genellikle kuzey ve kuzeydoğuda poyraz rüzgârları hâkimdir. Bu rüzgârlar bahar aylarında bol miktarda yağış getirir. İç bölgelerde kuzey ve güneyden gelen rüzgârlar hâkimdir. Güneybatıdan esen lodos sıcak ve bunaltıcıdır. Ege'de esen meltem rüzgârına imbat denir.

yıldız, kıble vs adlar istanbul merkez alınarak konulmuş adlardır.Uluslararası literatürde yönlere göre isimlendirilir.(kuzey, kuzeydoğu, batı vs gibi) Antalya'da "Lodos" denizden karaya eser, Sinop'ta karadan denize...Lodos yön belirtir ve Güney Batı dan esen Rüzgârı tanımlar. Yani onun kardan denize mi, denizden karaya mı estiği, karanın nerede denizin nerede olduğuna bağlıdır. Bu nedenle genel yönlerin kullanılması daha doğrudur.

Fırtına (hava)

Fırtına (hava)

Fırtına rüzgarın hızlı bir şekilde esmesine denir. Rüzgar hızı 27 knot üzerine çıktığında, yani 7 bofor ve üzeri olduğunda rüzgara artık fırtına denir.

Denizde fırtına

Hızlı esen rüzgar kendi kuvvetinin yanında çevresini de etkiler. Öncelikle estiği denizde veya okyanusta suları kabartarak büyük dalgalar oluşturur. Fırtınaya yakalanan yelkenli tekneler, herhangi bir liman ya da marinaya sığınamayacak kadar açıktaysalar, fırtınaya hazırlık yapmaları gerekir. Şiddetli rüzgara karşı yapılacak en etkili önlem, yelkene camadan vurmaktır. Bunun anlamı yelkenin alanını küçülterek, rüzgardan daha az faydalanmaktır. Bu şekilde rüzgarın tekneyi bayıltıcı etkisinin birazda olsa önüne geçilmiş olunur. O da yetmiyorsa teknedeki ana yelken indirilir ve ön yelkenle (flok veya cenova) seyire devam edilir.

Geceleyin seyir yapan yatlar ve tekneler şiddetli rüzgarlara yakalandıklarında tüm ekipte güvenlik çakarları bulunmalıdır. Ayrıca ekip güvertede duruyorsa güvenlik bakımından herhangi bir yere bağlı olmaları tavsiye edilir. Çünkü hem dalgalı, sert rüzgarlı bir denizde hem de geceleyin, suya düşen kişinin kurtarılması çok zordur. Ayrıca fırtınalı havalarda tekne dalgalar veya sağnak yağmur sonucu su alır, bunu boşaltmak için gerektiğinde sintine motorlarını açık bırakmak gerekebilir. Tabiki bazı fırtınalar şimşekli ve gökgürültülü olabilir. Böyle durumlarda en güvenli yerler kapalı alanlardır. Eğer tanker, şilep, büyük yolcu gemileri gibi yıldırım tehlikesine karşı sistemlenmiş bir tekne değilse, en kısa sürede limana dönmek yapılacak en doğru davranıştır.

Şimşeğin hareketi rastgele bir harekettir ne zaman nasıl oluşacağı bilinemez. Genelde bulutlar arası gezen bu elektriksel hareket bazen yer yüzünü de etkisi altına alabilir. Şimşekli havalarda eğer denizdeysek, mümkün olduğunca metal ve metalik olan tüm aksesuarlardan uzak durmalıyız. Yıldırım vurursa büyük olasılıkla en yüksek yer olan yelken direğine isabet edecektir. Dolayısıyla direğin altına kalın bir kablo takılıp denize atılırsa, bir ölçüde de olsa topraklama yapılabilir.

Türkiye'de tropik kuşaklardaki gibi veya okyanuslardaki gibi çok şiddetli fırtınalar oluşmaz. Ama gene de tedbir almak gerekir. En azından denizdeyken ve denize çıkarken hava raporlarına bir göz atmak akıllıca olacaktır.

Gökkuşağı

Gökkuşağı

Kültürlerde gökkuşağına dair inanışlar:

Bir çok kültür gökkuşağını cennet ile dünya arasındaki köprü olarak görmektedir. Doğadaki en güzel manzaralardan biri olan gökkuşağı batı kültüründe umut ve şans sembolü olmuştur. İran Müslümanlarına göre gökkuşağındaki renklerin bir önemi vardır. Yeşil bolluk, kırmızı savaş ve sarı ise ölüm anlamına gelir. Sibirya’da güneşin dili olarak düşünülür. Güney Amerika Yerlileri ise denizin üzerinde görülmesinin bir şans olduğuna inanırlar. Diğer adları; alkım, ebekuşağı, ebemkuşağı, eleğimsağma, hacılarkuşağı, meryemanakuşağı, alaimisemadır.

Gökkuşağı, güneş ışınlarının yağmur damlalarında veya sis bulutlarında yansıması ve kırılmasıyla meydana gelen ve ışık tayfı renklerinin bir yay şeklinde göründüğü meteorolojik bir olaydır. Gökkuşağında görülen yedi renk; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi lacivert ve mordur.Tipik bir gök kuşağı kırmızı, turuncu, yeşil, mavi ve mor renklerinden meydana gelen bir renk sırasına sahip bir veya daha fazla aynı merkezli arklardan ibarettir. En çok rastlanan çeşidi ilkel (birinci) gökkuşağıdır. Bu çeşidin merkez açısı 42° civarındadır ve kırmızı renk dış tarafa, mor renk iç tarafa isabet eder. Bazen ışığı daha zayıf merkez açısı 50° civarında olan tali (ikinci) gökkuşağına da rastlanır. Bunda renk dizilişi diğerinin tersidir. Bunların haricinde sadece dar kırmızı veya kırmızı-yeşil renk bantlarından müteşekkil küçük kuşaklar da görülür ve bunlar birinci gökkuşaklarının iç tarafında ve ikincilerin dış tarafında bulunurlar.
 
Gökkuşakları; ışık ışınlarının yağmur damlaları ve sis tanecikleri tarafından kırılması, yansıtılması ve dağıtılması ile meydana gelir. Büyük damlaların meydana getirdiği kuşaklar en parlak ve renk ayrılması en belirgin olanlarıdır. Küçük yağmur damlalarının meydana getirdiği kuşaklar ise daha zayıf ve daha geniş olurlar. Bunun en tipik örneği sis kuşağı olarak da isimlendirilen ve sis bulutu veya buğusu tarafından meydana getirilen beyaz kuşaklardır.

İki kişide baktığında aynı gökküşağını göremez.

İki kişi de farklı bir gökkuşağı görecektir. Çünkü yağmur damlaları sürekli yer değiştirdikleri için görünüşü de değişmektedir.

Genellikle yarım çember olarak gözükmelerine karşın, bir dağ tepesinden veya uçaktan bakıldığında, gökkuşağı konisi olarak adlandırılan çember şeklinde görülebilir.

Kutup Işıkları

Kutup Işıkları

Bunu Biliyor muydunuz?
Carl Weyprecht'in Kuzey Buz Denizi'nde bir takımada olan Franz Josef Toprakları'nı bir Avusturya-Macaristan ekspedisyonunun başında gezdiği 1870'lerden önce, aurora borealis denen kuzey ışıkları hakkında efsaneler söylenmişti. Finlandiya'da kuzey ışıklarına verilen “tilki ateşleri” anlamındaki revontulet adı, eski bir destandan gelir. Bu destana göre, karlar arasında koşan kutup tilkisinin kürkü dağlara değdiğinde, kıvılcımlar havaya uçuşur ve gökyüzünü aydınlatır. Destanın bir diğer versiyonunda ise, tilki fırçaya benzer kuyruğuyla karı yukarıya doğru savurarak gökyüzünü kıvılcımlarla tutuşturur. Lapland'ın kuzey kesiminde bir yıl içinde kuzey ışıklarının görüldüğü gecelerin 200'ü geçmesine bakılırsa, oradaki tilkilerin işi herhalde başlarından aşkın olmalı! Kathy B. Maher
 
KUTUP IŞIKLARI

Auralar (kuzey/güney kutup ışıkları) gökyüzündeki, özellikle geceleri ve kutup bölgelerinde gözüken, doğal ışımalardır. Bu ışımalar ağırlıklı olarak İyonosfer’de de meydana gelir.

Kuzey enlemlerde aura borealis olarak adlandırılır. Aurora kelimesi Roma Şafak Tanrıçası’nın isminden geliyor. Boreas’da Yunancada kuzey rüzgarına verilen isimdir. Bu isimleri 1621 yılında Pierre Gassendi kullandı. Aura borealis olarak ta bilinen Kuzey Kutup Işıkları sadece Kuzey Yarımküre semalarında görünür. Görünme ihtimali, Kanada’nın kuzeyindeki arktik adalarında bulunan kuzey manyetik kutbu’na doğru yaklaştıkça artar. Manyetik kutbun yakınlarında oluşan aura tam üstte ve çok yukarıdadır. Kuzey ufku, yeşilimsi parlak ya da bazen soluk kızıl renkte, sanki güneş beklenmedik bir şekilde yükseliyormuş gibi aydınlatır. Aura borealis Eylül-Ekim ve Mart-Nisan aylarında nispeten artış gösterir. Cree halkı bu ilginç olaya Ruhların Dansı adını vermişler. Tarih boyunca kuzey ışıklarının birçok ismi olmuştur.

Güney’deki oluşum, aura avustralya/güney kutup ışıkları, benzer özelliklere sahiptir. Ancak kuzeydekine oranla Antartika’da, Güney Amerika’da ve Avustralya’da daha yüksek enlemlerde görünür. Avustralya anlamı ‘güneyin’ olan Latince bir kelimedir.
Aurasal Mekanizma

Aura, manyetosferde yüklü parçacıkların birbirleriyle çarpışmasından meydana gelir. Güneşten gelen elektronlardan, protonlardan ve ağır partiküllerden oluşan yüklü parçacıklar atmosferin yüksek kısımlarında (yaklaşık 80 km üstü, 50 mil) atomlar ve moleküller ile çarpışır. Parçacıkların yükü 1 ile 100 keV (kilo elektron volt) arasında değişir. Bu parçacıklar Güneş’te oluşur ve Dünya’ya düşük enerjili güneş rüzgârları vasıtasıyla ulaşır. Güneş rüzgârının manyetik alanı uygun doğrultuda yaklaştığında (özellikle güney yönünde), Dünya’nın manyetik alanı ile etkileşir ve güneşten gelen parçacıklar manyetosfere girer, manyetik yol boyunca ilerler. Manyetik etkileşimin artması ile parçacıkların Dünya’ya doğru hızlarını artırır.

Atomlar ve moleküller atmosferdeki çarpışma ile elektriksel olarak uyarılır (uyarılama, kısaca elektronların fazla enerji almaları sonucu daha üst orbitallere çıkmasıdır). Kimyasal olarak atomlar daha kararlı olmak istediklerinden, uyarılmış parçacıklardaki elektronlar temel seviyelerine geri dönmek isterler. Geri dönme esnasında fazla enerji de dışarıya maddenin dalga boyuna bağlı olarak farklı renklerde bırakılır. Atomik oksijenden dolayı çoğunlukla yeşil ve kızıl renkler oluşur. Moleküler azot ve azot iyonları düşük seviyeli kızıl ve yüksek seviyeli mavi/mor renklerini oluşturur. Atmosferin yüksek katmanlarında farklı gazlar ve bileşiklerle etkileşiminden farklı renkler ortaya çıkar. Ayrıca, güneş rüzgârının yoğunluğu da oluşan auranın rengini belirler.

Yapısı ve Manyetizması

Genellikle aura ya dağınık parıltı olarak ya da "perde" şeklinde doğu-batı doğrultusunda uzanmış bir halde görünür. Bazen, "durgun ark" (dinamik aura) meydana gelir; aslında sürekli gelişir ve değişir. Her perde, her biri manyetik alan çizgilerinin doğrultusunda sıralanmış, paralel ışınlardan oluşur. Bu durum, Dünya’nın manyetik alanı tarafından auranın biçimlendirildiği fikrini verir. Aslında, uydular elektronlara manyetik alan çizgileri ile yol çizerler. Dünya’ya doğru yaklaşatıkça elektronlar helezonik hareket eder. Perde yapısı şekli "şeritli yapı" adı verilen dizilimle artırılır. Manyetik alan çizgileri ile yolu çizilen parlak aura parçası dosdoğru gözlemcinin üstünde oluştuğunda, perspektif etki ile ve ışınların birbirinden uzaklaşmasıyla aura bir "taç" olarak gözükebilir.

İlk defa Eski Yunan kaşif/coğrafyacı Pytheas, Hiorter bu olayı gündeme getirdi ve Celsius 1741’de, ne zaman tam üstte aura gözlemlendiğinde büyük bir manyetik akımın oluştuğunu, manyetik kontrolün kanıtı olarak tanımladı. Bu, büyük elektrik akımının aura ışığının kaynaklandığı yere doğru aktığını, aura ile birleştiğini gösterdi. Kristian Birkeland 1908’de manyetik akımın aura arkı boyunca, bu tür partikül hareketlerinin genellikle günışığından karanlığa doğru, doğu-batı doğrultusunda hareket ettiğini savundu. Bu yönlenmenin ismi daha sonra "aurasal elektron hareketi" ismini aldı (ayrıca Birkeland akımı).

29 Temmuz 1998’de, THEMIS sondaları ilk kez auraya sebep olan manyetosferik fırtınanın başlangıcını görüntülemeyi başardı. Aya üçte bir uzaklığa yerleştirilen beş sondadan ikisi Aurasal yoğunlaşma başlamadan 96 saniye önce manyetik temas fikrini kullanarak ölçüm yaptı. Angelopoulos "Verilerimiz ilk kez açıkça gösteriyor ki manyetik temas bu olayın tetikleyicisidir." dedi

Elias Loomis (1860)’in ardından Hermann Fritz (1881) ‘in katkılarıyla da auranın yoğunlukla "aurasal bölge"de görüldüğü saptandı. Aurasal bölge Dünya’nın manyetik kutbunun çevresinde yaklaşık 2500 km çapında halka şeklinde bir bölgedir. Manyetik kutba 2000 km uzaklıkta olan cografi kutupta görünmesi neredeyse imkansızdır. Auranın anlık dağılımı ("aurasal oval", Yasha/Jakob Feldstein 1963 biraz farklıdır. (3-5 derece manyetik kutbun karanlık tarafına doğru) Böylece aurasal ark geceyarısı civarında ekvatora en fazla yaklaşmış olur. Aura en iyi bu zamanlarda görülebilir.

Güneş Rüzgarı ve Manyetosfer

Dünya sürekli güneş rüzgarının etkisi altındadır. Güneş rüzgarı güneşin en son katmanındaki milyon dereceye ulaşan korona tabakasından her yönde yayılan ve yoğun olmayan sıcak plazmadır. Plazma gaz haline serbest elektronlar ve pozitif iyonlardır. Güneş rüzgarı genellikle Dünya’ya 400 km/saniye hızında ulaşır, özgül kütlesi 5 iyon/cm3 ve manyetik alan yoğunluğu 2–5 nT (nanoteslas, Dünya'nın yüzey alanı kabaca 30,000–50,000 nT arasındadır). Bunlar dolaylı değerlerdir. Özellikle manyetik fırtına esnasında akımlar bir kaç kat daha fazla olabilir; gezegenlerarası manyetik alan (literatürde kısaca IMF) ise çok daha kuvvetli olabilir.

IMF güneşlekeleri’nin alanına bağlı olarak Güneş’te meydana gelir ve alan çizgileri (kuvvet çizgileri) güneş rüzgarı tarafından uzatılır. Bu, tek başına alan çizgilerini Güneş-Dünya doğrultusuna getirir, fakat Güneş’in dönmesi alan çizgilerinin yaklaşık 45 derece Dünya’da yön değiştirmesine sebep olur ve Dünya’dan geçen alan çizgileri görünür güneş ışığının yaklaşık batı ucundan ("çıkıntı") başlar.

Manyetosfer, Dünya’nın kendi manyetik etkisi tarafından tutulan uzayda küre şeklindeki bir alandır. Manyetosfer güneş rüzgarının yolu üzerinde bir engel teşkil eder ve güneş rüzgarının Dünya’nın yaklaşık 70,000 km dışından dolaşmasına neden olur (genellikle 12,000–15,000 km mesafeye ulaşmadan önce eğilim baskısı oluşur). Manyetosferik engelin genişliği hemen hemen 190,000 kilometreyi bulur. Dünya’nın karanlık tarafında ise çapı devasa boyutlara ulaşan manyetosfer artık uzun bir "manyetikkuyruk" olur.

Güneş rüzgarı ortamı bozduğunda, enerjiyi ve materyali kolayca manyetosfere taşır. Manyetosferdeki enerji yüklü elektronlar ve iyonlar manyetik alan çizgilerini takip ederek atmosferin kutup bölgelerine doğru hareket eder.

Oluşum Zamanları

Aura çoğunlukla kutuplarda meydana gelen bir olaydır. Güçlü bir manyetik fırtına geçici olarak aurasal ovali genişlettiğinde, nadiren ılıman enlemlerde de görülür. Büyük manyetik fırtınalar yaklaşık olarak 11 yılda bir gerçekleşen güneşlekesi döngüsü ile en yoğun fırtına ortaya çıkar ya da patlamada sonraki üç yıllık dönemde. Fakat, aurasal bölgenin içinde auranın meydana gelme olasılığı, genel itibariyle IMF çizgilerinin eğimine özellikle güney yönlü olmasına, bağlıdır.

Aura olayını başlatan jeomanyetik fırtınalar aslında ekinoks aylarında daha belirginleşir. Kutupsal aktiviteler ile bir ilgisi olmazken, neden jeomanyetik fırtınaların Dünya’nın mevsimlerine bağlı olduğu net olarak açıklığa kavuşmamıştır. Manyetopozda, Dünya’nın manyetik alanı kuzeyi gösterir. Bz büyük ve negatif olduğunda (IMF güneye doğru), Dünya’nın manyetik alanını temas noktasında kısmen engeller. Güney yönlü Bz, güneş rüzgarının Dünya’nın daha içerideki manyetosferine ulaşabileceği bir kapı açar.

Geometrik açının bir sonucu olarak Bz bu zamanlarda en çok etkisini gösterir. Gezegenlerarası manyetik alan (IMF) Güneş’ten gelir ve güneş rüzgarı ile dışa doğru taşır. Güneş’in hareketinden sebebiyle IMF sarmal şekildedir. Nisan ve Ekim’de Dünya’nın manyetik kutup ekseni Parker sarmalı ile aynı hizada, en yakın konumuna gelir. Sonuç olarak, Bz ‘nin güney yönlü ve kuzey yönlü hareketi en büyük olur.

Fakat, Bz sadece jeomanyetik aktiviteyi etkilemez. Güneş’in dönme ekseni Dünya’nın yörüngesine göre 8 derece eğiktir. Güneş rüzgarı, güneşin ekvatoruna oranla, çok hızlı bir şekilde Güneş’in kutuplarından estiği için, her altı ayda Dünya’nın manyetosferini bastıran parçacıkların ortalama hızı artar ve azalır. Dünya heliographic enleminin en yüksek olduğu 5 Eylül ve 5 Mart günlerinde, güneş rüzgarının hızı en yüksek değerine, ortalama, 50 km/sn hızına ulaşır.

Hâlâ, ne Bz ne de güneş rüzgarı geometrik fırtınanın mevsimsel davranışını tam olarak açıklayamıyor. Bu etkenlerin hepsi ancak bir oranında gözlenen yarıdönemsel değişimlere veri sağlıyor.
Tarihte aurosal olaylar

28 Ağustos ve 2 Eylül 1859 tarihinde "büyük manyetik fırtına" nedeniyle meydana gelen auralar yakın geçmişte şahit olunan en inanılmaz gösterisini yaptı. Balfour Stewart, Kew Gözlemevi’nden Kraliyet Akademisi’ne 21 Kasım 1861’de gönderdiği metinde manyetograf cihazı ile iki aurasal olayı belgelediğini yazdı ve gözlediği 2 Eylül 1859 tarihli olay ile Carrington-Hodgson ışıma olayı arasında bağlantı olduğunu kaydetti. 2 Eylül 1859’daki ikinci aurasal olayda ise sema o kadar geniş ve parlaktı ki; bu olay bilimsel yayınlarda, gemilerin seyir defterlerinde, Birleşik Devletler`deki nerdeyse tüm gazetelerde, Japonya`da ve Avustralya`da da geniş yer buldu. New York Times 2 Eylül 1859 Cuma günü Boston’da Aurayı "o kadar parlak ki saat 01’de normal bir yazı bile bu ışık sayesinde okunabilir." diye yazdı. Boston yerel saati ile 2 Eylül 1859 Cuma günü, GMT ye göre 6:00 olmalıydı ve bir saat geriden takip eden Kew Gozlemevi’ndeki manyetograf cihazı yoğun olan jeomanyetik fırtınayı kaydediyordu. 1859 ve 1862 arasında Elias Loomis 1859’daki Büyük Aurasal Gösteri hakkında dünyadaki aurasal haberleri topladığı 9 parçalı bir seriyi Amerikan Bilim Dergisi’nde yayınladı. Auranın geçmişte çok yoğun olan koronal kütle püskürmesi (Güneş’in üretebileceği maksimum yoğunluğa çok yakın) sonucu oluştuğu düşünülürdü. Ayrıca, ilk defa aurasal aktivitenin gerçeklestiği yer ve elektrik arasındaki ilişki net olarak fark edildi. Anlaşılan bu durum o dönemde bilimsel manyetometre ölçümlerini mümkün hale getirdi. Ayrıca o tarihlerde kullanılan 201,000 kilometrelik (125,000 mil) telgraf tellerinin kayda değer kısmının fırtına süresince saatlerce bozulduğunun da anlaşılması sağladı. Fakat aurasal akım bazı telgraf tellerini uygun hale getirerek akımın (yerçekimsel indüklenmiş akım) geçmesine uyum sağladığı (Dünya’nın şiddetli dalgalanan manyetosferinden dolayı) anlaşıldı ve haberleşme için kullanıldı. Aşağıdaki sohbet 2 Eylül 1859 gecesi Amerikan Telgraf Hattı’nın iki operatörü Boston ve Portland, Maine arasında gerçekleşti, daha sonra Boston Traveler’da yayınlandı:

Boston telsizi (Portland telsizine): "Lütfen, 15 dakika süresince pillerin gücünü tamamen kesin."

Portland telsizi: "Öyle yapacağım. Şimdi bağlantı kesildi."

Boston: "Benimki de kesik ve aurasal akımla çalışıyoruz. Yazdıklarımı nasıl alıyorsun?"

Portland: "Pillerden daha iyi. – Akım yavaş yavaş gidip geliyor."

Boston: "Şu an bendeki akım çok güçlü ve piller olmadan daha iyi çalışıyor. Aura role manyetiğimiz için akımı çok güçlü yaparak pillerin akımını nötrlüyor ve artırıyor gibi. Farz et ki, bu sorundan etkilendiğimizden, piller olmadan çalışıyoruz."

Portland: "Harika. Yeni bir iş mi kursam ne!"

Boston: "Evet. Başlayabilirsin."

Görüşme hiç pil kullanmadan aura tarafından oluşturulan akımla iki saat civarı sürdü. Bu şekilde en uzun iletişimin gerçekleştiği olaydı.
Kökeni

Auranın esas enerji kaynağı Dünya`dan geçen güneş fırtınalarıdır. Manyetosfer ve güneş rüzgarı elektriği ileten plazmadan (iyonlaşmış gaz) meydana gelmektedir. Akım miktarı akımın yönüne göre hareketin doğrultusuna bağlı olarak a)bağıl hareketin derecesine b)manyetik alanın kuvvetine c)bir birine bağlı iletkenin sayısına ve d)manyetik alan ile iletkenin uzaklığına bağlıdır. Güneş rüzgarı ve manyetosfer bir tür bağıl hız ile iki tane elektrik ileten akışkandır, ve (kural olarak) ``dinamo etkisi`` tarafından elektrik akımı üretebilir, ayrıca da güneş rüzgarından enerji ortaya çıkar. Plazmalar kolayca manyetik alan boyunca temas kurabildiğinden bu yöntem işe yaramayabilir. Manyetik temas sonucu güneş rüzgarının alan çizgileri ile manyetosfer arasında geçici manyetik temas gerçekleşmesi çok önemlidir.

Diğer Gezegenlerde

Jüpiter ve Satürn her ikisi de Dünya’dakinden çok daha kuvvetli manyetik alanlara sahiptirler (Jüpiter’in ekvatoral alan kuvveti 4.3 gauss, Dünya’da ise 0.3 gauss) ve her ikisinde de büyük radyasyon kemerleri. Hubble Uzay Teleskopu ile aura iki gezegende de açık olarak gözlendi. Uranüs ve Neptün’de de gözlenen auralar var.

Devasa gaz kütlesindeki auralar, Dünya’daki gibi, güneş rüzgârı tarafından güçlendirilmiş gibi gözüküyor. Ayrıca, Jüpiter'in ayları, özellikle Io, Jüpiter’deki auranın çok güçlü kaynaklarıdır. Bunlar Io ile Jüpiter arasındaki bağıl hareket nedeniyle dinamo mekanizması tarafından meydana gelen elektrik alan çizgileri ("sıralanmış alan çizgileri") boyunca ortaya çıkar. Aktif volkanlara ve iyonesfere sahip Io güçlü bir kaynaktır, ayrıca akımları radyo dalgaları oluşturur. Io`da Europa`da ve Ganymede`de de Hubble Uzay Teleskopu ile aura gözlendi. Bunlar Jüpiter‘in manyetik plazma patlaması sonucu uydularının çok ince atmosferinde gerçekleşir.

Mars ve Venüs’te aura oluşumunun gerçekleştiği gezegenlerdendir. Venüs`un tam bir gezegensel manyetik alanı olmadığı için, Venüs aurası değişken şekil ve yoğunlukta parça parça dağılır, parlak gözükür. Bazen kutuplardaki aura tüm yüzeyi kaplayabilir. Sebebi, diğer gezegenlerde olduğu gibi güneşten gelen parçacıklardır ve gezegenin karanlık tarafına yönelirler. SPICAM Mars Express tarafından14 Ağustos 2004`de Mars`ta da auraya rastlanmıştır. Aura 177° Doğu, 52° Güney koordinatlarında Terra Cimmeria’da görüldü. Genişliği 30 km, yerden yüksekliği 8 km idi. Mars Küresel Kaşifi’nin derlediği yüzey manyetik anomali değerlerine göre, bilim adamları en fazla ışık yayılımının olduğu yerin en yoğun manyetik alanın bulunduğu bölgede ortaya çıktığını anladılar. Olaylar arasındaki ilişki yayılan ışık kaynağının aslında manyetik çizgiler boyunca hareket eden elektron akı olduğunu doğrular.

 

Niagara Şelalesi

Niagara Şelalesi

Niagara Şelaleri Kuzey Amerika'nın doğusunda, ABD ile Kanada sınırı arasında, Niagara Nehri'nin üzerinde bulunur. 3 büyük şelaleden oluşur. Horseshoe (Atnalı Şelalesi) bunların en büyükleridir. American Falls ve Bridal Veils Fall diğer iki küçük şelalelerdir.

Niagara Şelalesi'nden yarım dakikada 168.000 m³ su akar.

Kuzey Amerika'nin en büyük şelalesi olan Niagara, 10.000 yıl önce Kuzey Kutbu'ndan gelen buz kütlelerinin yol açtığı çöküntülerdir. Şelalenin çevresi Niagara Şelaleleri Parkıdır ve kardeş şehirler olan Niagara Falls-Ontario ve Niagara Falls-New York tarafından doğal koruma altındadır. Niagara isminin yerli dilindeki "Onguiaahra" (düz) kelimesinden geldiği sanılmaktadır.

Nehir çevresindeki Nikola Tesla tarafından yapılan birkaç hidroelektrik santrali hem ABD hem Kanada için elektrik üretmektedir. Şelale çevresinde yapilabilecek aktiviteler, Niagara Parkından büyük şelaleyi ve havaya uçan suların oluşturduğu gökkuşağını izlemek, şelalenin altına kadar ilerleyen bot gezilerine katılmak, ortası sınır kabul edilen Rainbow köprüsünden diğer ülkeye geçmek veya gümrüksüz mağazalardan alışveriş yapmaktır. Niagara Şelalesi 1932 yılında tamamen donarak buz olmuştur.

Niagara şelalesi dünyada tek ters akan şelaledir. Şelalenin suyu taşlara çarparak geri gelir.

Bu da dünyada eşi benzeri görülmemiş bir durumdur. Şelalenin Kanada tarafı Amerika tarafına nazaran daha gelişmiştir. Şelale bot turlarıyla ünlüdür.